Toz

Daha gözlerini açar açmaz bütün vücudunu heyecan kaplamıştı. günlerdir içinde uçuşup duran perileri artık bugün salabilirdi, bugün o güzel gündü. yatağında hızlıca doğruldu ve günün planını yaparken odayı seyretmeye başladı.

bir bodrum katında, ışığı neredeyse tavan hizasındaki küçük pencereden alan bir odada kalıyordu. odanın ortasında camın karşısında iki kişik dev yatağı bu odanın en özel objesiydi. her zaman çok fazla konuğu olurdu, konukları tek gelirdi ve bu sayede iki kişilik yatak çoğu zaman tam kapasiteyle çalışırdı. onun içindi ya yatağın en önemli eşya olması, gelenler mutlu olmalıydı, o onları mutlu görmeyi seviyordu.

bir süre öylece boşluğa dikkatlice baktı. aslında o boşluk olarak tanımlamıyordu oda da eşyanın kaplamadığı hacmi, o hacim bile tepeleme doluydu. camdan süzülen güneş ışığı bu boş kalan hacmin sahne ışıklarıydı ve tozlar gün boyunca sahnede yorulmadan dans edebiliyordu. ayrıca saatlerce onların dansını izleyebilirdi, hipnotize edici bir özelliği vardı bu toz taneciklerinin, onlara bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdınız. küçük, enerjik ve dünyanın en mutlu şeyleriydi. tembel hissettiği çoğu zaman olduğu gibi "haydi bir toz parçacığı kadar şımarıki ol" diyerek gülümsedi kendine ve yataktan kalktığı gibi doğruca odada en sevdiği ikinci eşyaya doğru ilerdi. eski, ihtiraslı masa aynası.

yıllar aynayı eskitmişti, çoğu yeri artık ahşap renginden ziyade siyaha çalıyordu ama hala aynası onun için en güzel aynaydı. bu ayna onunla beraber bir çok misafire tanıklık etmişti ve misafirlerde o aynanın orada durmasından mutlu oluyordu. hani bazı insanları evinde gibi hissettiren bazı eşyalar vardır ya, misafirler için o eşya işte bu sevimli ayna ve yataktı.

aynanın önündeki masanın altındaki 3 ayaklı tabureyi çekti, eliyle üzerinde birikin tozu hafifçe temizledi. bu nazik hareket toz parçalarını oldukça mutlu etmişti ve her biri görece boş hacimde çılgınca dans etmeye başladı. tabureye oturmadan aynanın üzerindeki tozlara da hafifçe üfledi ve onların havadaki partnerlerine katılması gülümseyerek izledi. işte güzel gün böyle başlamalıydı, mutlu bir dansla...

şimdi ilk yapması gereken güzel bir makyajdı, sonuçta misafirine güzel gözükmeliydi, o bir kadındı ve güzel bir kadın her zaman bakımlı olmayı bilmeliydi. her zamanki gibi gözleriyle başladı makyajına, önce mavi gözlerinin daha belli olması için göz çevresine siyah kalem. ondan sonra dudaklara biraz parlak duran kırmıjı ruj ve yanaklarının üzerine utanmış gibi gözükmesini sağlayan allık. işte bu kadar! makyaj bitmişti bile, artık bakımlı ve çekici bir kadındı ve misafirini karşılayabilirdi. şimdi odasını toplamadı diye içinizden geçirebilirsiniz ama odanın yeni kullanıldığını anlatan -oda halinden gelen- hafif dağınıklıktan başka bir sorunu yoktu. bu misafirin hoşuna giden bir diğer şeydi.

kapı hızlıca iki kere tıkladı. bir veya üç değil ve tıklamalar arasında neredeyse aralık yok denebilecek kadar az bir aralık vardı. istekli ve kararlı bir kapı tıklaması. bu ses onu yıllardır mutlu ediyordu ve hep bu sesi duymak istediğini düşündü. tabureden makyajını bitirebilmiş olmanın verdiği mutlulukla hızlıca doğruldu, kapıyı açmadan önce tekrar aynaya son bir kez dönüp baktı ve elleriyle saçını hafifçe kabarttı. saçları sanki olanların farkındaymış gibi tam istediği şekilde kaldı. öyle ya bugün onun günüydü ve herşey tam istediği gibi gidecekti.

kapıyı açtı ve çocukluk arkadaşının kucağına atladı. birbirlerini ne kadar çok özlemişlerdi, dakikalarca öyle kaldılar, sadece gülerek. kıkırdaşmaları çevredeki herkesi kıskandırabilecek mutluluktaydı ama kimse oralı olmuyor gibi gözükoydu. durdular, birbirlerinin gözlerinin içine baktılar ve kapıyı kapatıp odanın keyfini çıkarmaya başladılar. aslında burda başladılar yerine başladı demeliydim çünkü çocuk odadan o kadar uzaklaşmıştı ki yatağın kokusunu dahi özlemişti. önce yatağı kokladı, sonra ayna da saçlarını düzeltti ve sonra kızla beraber havada dans eden toz parçacıklarına katıldılar.

ha bu arada bir anda benim birinci tekil şahısa geçmemi yadırgadınız eminim ama bu hikayede anlatmak istediğim zaten malasef bu. olayı hep üçincü şahıslardan dinlemeyi seviyorsunuz çünkü ama ben şu an sizin için ikinci tekil şahısım ya da isterseniz ikinci çoğulum. ama bir şeyi fark ettiniz, bu hikaye anlatırken aynı zamanda dinleyen ben birinci çoğul şahısım. neyse konumuz bu değil, üçüncü olarak anlatmaya devam edeyim ben siz korkup kaçmadan. danslarının sonunda ikisi de kendini yorgunluktan yatağa bıraktı ve yapmayı en çok sevdikleri şeyi yapmaya başladılar; birbirlerine geçmişlerini hatırlatmak...

oğlan: hatırlıyor musun hep seninle gizli yerlerde buluşurdum ve ele ele tutuşup bir dahaki buluşmamız için daha da gizli yerler arardık. bilmiyorum neden ama hep bizim buluşmamızı garipserdiler. gözlerini hatırlıyor musun bize bakanların, nasılda kuşkucu ve korkmuş olurlardı?

kız: hatırlıyorum ama biz hep bir yolunu bulurduk değil mi? biz hep buluştuk her zaman daha gizli bir yerde. onlar hep bizim buluşmamıza engel olmaya çalıştı, bizi takip ettiler... belki de bu kadar mutlu olmamızın sebebinin buluştuğumuz yerler olduğunu düşünüyorlardı ne dersin? ondan hep gördük biz o gözleri...

ikisi de haklıydı. onlar ne zaman elele gezse, çocuklar gibi çılgınca eğlenmeye başlasa -sizin de tahmin ettiğiniz gibi, evet bu onların en doğal hakkıydı, çünkü daha çocuktular- , hep birileri tedirgin olurdu ve kaçamak bakışlar üzerlerinden inmezdi. tabi o küçücük iki çocuk olan bitenin oldukça farkındaydı ve dedikleri gibi hep daha gizli yerler bulmayı başardılar. onlar hep daha gizli yerlerde buluştular ve arkadaşlıkları her buluşmada daha derinlere ilerledi.

oğlan: çocukluğumuzda gene durumlar iyiydi. ya biraz büyüdüğümüzde neler yaşadığımızı hatırlamıyor musun? hani seni dayanamayıp öptüğüm gün. tamam biz sadece arkadaştık ama o zaman duygularımdan emin değildim. ben seni öpünce hiç düşünmeden tokatı yapıştırmıştın ve ağlamaya başlamıştın. bütün herkes nasılda başımıza üşüşmüştü.

kız: evet, onu da hatırlıyorum çocuk. sana o gün hayatımda en çok kızdığım andı. arkadaşlığımıza bir şey olucak diye o kadar korktum ki şapşal. ağlamam da bu yüzdendi yoksa senin için bütün vücudumu verebilirdim.

oğlan: tekrar özür dilerim senden yavrucak, ergenlik işte. sonra hatırıyor musun ablan sana çocuk ayarlamıştı flört etmen için. aslında bütün sorunun bir sevgilinin olmamasından kaynaklandığını düşünüyordu.

kız: ya ne demessin. senle olan arkadaşlığımı bir türlü anlamak istememişti. sanırım seninle her zaman en gizli saklı yerlerde buluşmam onu ürküttü. çünkü beni terketmeden birkaç gün önce artık onu çok ürküttüğümü söylemişti.

erkek: boşver, ne var biliyor musun, bence sadece beni kıskandı. ayrıca eminim şu an başını taşlara vuruyordur seni terk ettiği için...

mutlulukarına bakınca onları kıskanmamak elde değil diye düşünüyorum. biraz önce dediklerimden sonra size aniden onların mutluluğunu gösterdim diye umarım kızmamışsınızdır bana ya da korkmamışsınızdır mı demeliydim? hadi ama, buraya kadar okudunuz sonunu merak etmiyor musunuz?

saatler boyunca nasılda eskiden mutlu olduklarından anlatıp durdular ve hep güldüler. artık eskisi kadar çok görüşemiyorlardı araya bazen çok uzun ayrılıklar giriyordu. bunda hem kızın artık birsürü misafirinin olmasının hem de oğlanın meşgul olmasının etkisi vardı. kız diğer misafirlerine de zaman ayırmalıydı ve oğlan artık onu her çağırdığında gelemiyordu.

artık oğlanın gitme vakti gelmişti bu yüzden yavaşça yatağından doğruldu. kız bunun ne anlama geldiğini biliyordu ama onunla geçirdiği zamanı en ufak bir mutsuzluk darbesiyle bile bozmayacaktı. gülerek kapıdan çıkarak tren istasyonun yolunu tuttular.

istasyona geldiklerinde her zaman orda gördüğü iki yaşlı amca köşede oturmuş yine laklak yapıyordu. kızı görünce ona baktılar ve gülümsediler, onu görmekten mutlu olmuşa benziyorlardı. onların bu haline garip bakmayan tek kişi bu iki yaşlı amcaydı. aslında onlarda da ufak bir gariplik vardı, hep kıza gülümsüyorlardı ve oğlana yüz göstermiyorlardı. kız bu durumu aklının bir köşesine not etti, bu davranışları oğlanı üzebilirdi ama konuşunca anlayışla karşılayacaklarına emindi.

mutlu gözlerle oğlanın trene binişini izledi ama oğlan son bir defa dönüp kızı öptü. artık dudaklarından öpmesi kızı kızdırmıyordu çünkü bu arkadaşlıklarına en ufak zarar vermiyordu aksine daha da pekiştiriyordu. en azından ayrı kalan süreyi daha kolay geçirmelerini sağlıyordu. oğlan bu sefer arkasına bakmadan içeri adım attı ve tren yavaşça istasyondan kalktı. kız mutlulukla dolmuş gözlerinin taşmasına izin verdi ve gözlerinden mutluluk damladı günün sonunda.

gülen gözlerle evsiz iki ihtiyarın yanına doğru ilerledi ve ikisinin de elini sıktı. durumlarının nasıl olduğunu sordu ve her zamanki geçiştirici cevaplar aldı. ikisinin de yeteri kadar para bulamadıklarını biliyordu ama onlar için elinden geleni yapıyordu ve şu anlık iki ihtiyarda oldukça mutlu gözüküyordu. bir kaç dakika sonra mutluluk depolanmış kız evinde tozlara yalnızda olsa eşlik etmek için geri dönüyordu.

sonra ihtiyarlar kendi arasında konuşmaya başladı:

onun en özendiğim yanı ne biliyor musun? bir sürü arkadaşının olması ve aslında işin asıl komik olan tarafı ne biliyor musun? bütün arkadaşlarını kendi yarattı ve kimseyi umursamadan onlarla mutlu geçiriyor hayatlarını. dünyadaki diğer normal insanlar için onlar sadece bir hayalden ibaret, hatta onu şizofren diye çağırıyorlar ama onların hayatlarında öyle karakterlerin olmaması onun hayatında olamayacağı anlamına gelmiyor. asıl şizofren olanlar bence bu kadar kusursuz karakterleri hayatlarına yerleştiremeyenler...

seni üzmek istemem dostum ama bizim de onun hayal dünyasının ürünü olan iki karakter olduğumuzun farkındasındır umarım. aslında biz de diğerleri için yokuz...

biliyorum dostum zaten onun için o son cümleyi kurdum ya..

kurduğu karakterler bile espri yapmayı başarabiliyordu ve siz de benim hayali bir karakter olduğumu düşünüyorsunuzdur sanırım. ya da belki kendinizin hayali bir karakter olduğunu? ama bence ne var biliyor musunuz, sorgulamanız gereken şey neden bu kadar kusursuz karakterlerin hayatınızda olmadığı....

Uzak

Uzaklara gidebilsem,
Hayallerim bile ulaşamasa bana…

Öyle uzakta bir yer,
Arkamda bıraktıklarımın
Hiçbir zaman ulaşamayacağı
Artık arkamda hiçbir şeyin olmadığı…

Kimsenin olmadığı bir yer
Ne bir siluet, ne bir gölge
Nede bir ses…
Benim olduğum sadece, kırılmamış tek bir parça…

Yaptıklarımın önemsiz olduğu bir yer,
Etkilerinden yeteri kadar uzakta
Suçlayacak kimse yok belki de,
İlk günkü kadar masum olduğum…

Uzaklara gidebilsem,
Ve kimse beni hatırlamasa…

karşısına oturup bir sure onu izledim. artık hayatın son sayfalarında, meraksızca romanın sonunu bekleyen biri gibi duruyordu. belli ki yorulmuş vücudunun umursamazlığına daha fazla dayanamamış ve kendini otogarın metal sıralı sandalyelerine bırakıvermişti. dizlerini bükmüş, sandalyeye sığmayan vücuduna bastonunu iyice yaslamıştı.

öyle ya belki şu günlerde yanından ayıramadığı tek dostu kendi gibi hafif yosun tutmuş bu bastondu. ne kadar da güzel sarılmış uyuyordu bastonuyla beraber. bi bebek gibi görünen, hayatının son sayfalarındaki bir ihtiyar ya da daha doğrusu hayatının son sayfalarındaki yaşlı gibi görünen bir bebek.

biraz utanarak da olsa insanların ondan gözlerini kaçırmasına inat yüzüne bakıyorum yaşadıklarının bir parçasını görebilmek umuduyla. beklediğim hiçbir şey yok bu masum, kırışıklıkların zorla kendine yer edindiği, kirli dedikleri temiz sakallı yüzünde. ama neden insanlar bu kadar çekingen gözlerle ona bakıyor, ben neden utangacım onu gözlemlemeye çalışırken?

kıyafetleri ilgimi çekiyor. hani hep yaşlılara çok yakışır ya toprak rengi ceket ve pantalon, işte üzerinde de tam böyle bir takım var. belli ki yıllar önce, mutlu bir günde giyilmek için alınmış. üzerine hafifçe eğildiğimde hala mutluluğun kokusunu alabiliyorum. sanki artık daha bir yakın hissediyorum onu kendime.

ama ne kadar eskimiş üzerindeki kıyafetler. acaba yenisini alacak parası mı yok yoksa olan parasını da yenilerin çok daha fazla yakıştığı insanlara mı harcıyor? kim bilir belki oğluna, belki kızına, belki de torununa. o eski kıyafetlerin altında ne kadar kıymetli bir kalp saklı?

daha yakın hissediyorum kendime artık bu yaşlı amcayı. onun için bir şeyler yapmak istiyorum ve tam bu his beni kapladığında bazı şeyleri anlamaya başlıyorum belki de. insanların ona neden çekingen gözlerle baktığına kendimce bir anlam yüklüyorum. çekiniyorlar çünkü benim gördüklerimi görmekten korkuyorlar. biliyorlar ki ne kadar uzun süre bu yaşlı amcaya bakarlarsa o kadar çok ona yardım etmeye, bir şeyler yapmaya çaba gösterecekler. kaçımızın bunu yapmaya zamanı var? ya da kaçımız onlara karşı cesaretini toplayıp gözlerinin içine bakabiliyor?

bir şeyler yapmalıyım diye sayıklıyorum içten içe. tüm vücudumda yankılanıyor bu ses. damarlarımdan akışını hissedebiliyorum. sonra otobüsümün kalkmak üzere olduğunu farkediyorum ve son bir kez metal zemin üzerinde bastonuna sarılmış bebek gibi uyuyan amcaya bakıyorum.

bir şeyler yapmalıyım diye düşünürken yazmaya karar veriyorum.

Kimsesiz olduğumu düşünüyorsunuz değil mi?
Ne kadar da yanılıyorsunuz oysaki
Benim yalnızlığın var yanımda
Başını da omzuma dayamış
Masum hayallerimi görebiliyorum gözlerinde
Beni nasıl bu kadar iyi anlayabiliyor
Merak ediyorum gizli saklı
Ayna bile göstermiyor beni onun ruhu gibi
O kadar da utangaç ki
Benden başka kimseyle tanıştıramadım onu
Sadece bana ait olmak istediğini söyledi
Her tanıştığımız insanla biraz daha
Masumiyetimizi mi yitiriyoruz acaba?
Korkuyorum bazen söylediklerinden, anlattıklarından
İyiliğim için hepsi biliyorum
Ama ben onlarla yüzleşebilecek kadar güçlü müyüm?
Elimi sımsıkı tutuyor bu anlarda
Yavaşça kulağıma yanında olduğunu fısıldıyor
Korkmadan karanlığa adımımı atıyorum
“Yanındayım hayatım korkmana gerek yok”
Usulca bir ses geldi, onun sesi olduğunu biliyorum
“Elimi hiç bırakmayacaksın değil mi?”
Cevabını biliyorum hâlbuki
Kimseyi bu kadar iyi tanımıyorum ki ben,
“Beni düşünebildiğin her an” diyor gülerek
Beni nasıl bu kadar iyi tanıyor merak ediyorum…

bu anlar koymaktan ziyada kişiye iç huzur verir, kaybolup gidilir böyle anlarda, ne var olmak istenir ne de yok olmak.

gecenin geç saatleridir genellikle saat önemsizdir. düşünceler içerisinde karanlığın içine doğru, sanki bir şeyi görmek istemişcesine donuk ve tepkisiz bir şekilde bakılır. gün ışığında aklınızın ucundan bile geçmeyen bütün o karanlık düşünceler bir anda zihninizi işgal eder.

kurtulmak istenmez hiçbirinden, gerçeklikle hayalin ayrıldığı o ince çizgide gidip gelinir, bazen hayalden gerçekliğe bakılır diğer zamanlar ise gerçeklikten hayale. hangisinin önemli olduğu değersizdir çünkü gerçeklik algısı çoktan kaybolmuştur.

kişi çelişkilerini görür böyle zamanlarda, aynanın gösteremediği şeyleri gösterir karanlık. gözlerine bakıldıkça karanlığın her şey daha da kararmaya başlar ve her şey daha da karanlıklaştığında görüntüler netleşir.

kimi zaman görüntüler ürkütür bünyeyi koşup ışık açılmak istenir, çoğu zaman gerçektir hayallerin içinde, görmek istenmeyendir.

bir şeyler yapmak ister kişi böyle zamanlarda, görünenler iç burkucudur, kapıdan çıkıp bütün hepsine çözüm bulmak arzulanır, sonra uyku kollarını açar her zaman ki gibi. uyumadan önce düşünülür görüntüler, hepsi bir bir not edilir. gündüz yapılacak çok şey vardır.

gün ışığını sevmez bu düşünceler, hepsi kendi karanlığında sizi bekler, gün sizin gününüzdür gece onların gecesi...

Gece

günün en güzel zaman dilimi. gecede her zaman bir masumiyet vardır. kişiye bir şeyler yaptırmaya çalışmaz, ne gündüzün durmak bilmeyen temposu ne de akşamın nahoşluğu, sadece sizsinizdir gece.

kendisiyle yüzleşemeyenlerin korkulu zamanlarıdır geceler. ne kadar kaçmak isterseniz isteyin kendinizden, bir kez saat geceyi gösterdimi nereden geldiğini siz daha anlayamadan, yüzleşmek istemediğiniz kendiniz karşınıza dikiliverir. gözler kapanır işte bu anlarda. gecenin içerisinde o korktuğunuz siz, sizi bekler durur. ta ki güneş doğana kadar. gün kandırır sizi. hatalarınızı, günahlarınızı her ne kadar karanlık olsalarda aydınlatır ve sizde ona kanar yaşamaya devam edersiniz bir diğer geceye kadar.

geceyi sevenler ise kendisiyle, yaptıklarıyla yüzleşebilenlerdir. biraz heyecanlı, biraz sabırsız belki biraz tedirgin, kendilerini beklerler gecenin huzurunda. bütün gece yaptıklarını konuşurlar, çoğu zaman tartışırlar üstelik ama her zaman birbirlerini anlarlar. şehrin sessizliği kısık sesli düşüncelerin bile duyulmasını sağlar. güneşin doğuşu böler bu güzel anları. eller kendine uzanır, sıkıca tokalaşılır, gözler bir başka konuşmanın hevesi ile kapanır.

gecenin kutsallığı, yalansız olmasıdır. saflık sadece gecenin karanlığına bakılırken kendini gösterir.

Oraya giderken

Bir adım attı geceye doğru,
Gitmek istiyor muydu?
Biri hoş geldin der miydi oralarda?
Emreden kelimeler çıkar mıydı ağızlardan?
Karanlık orda da saklar mıydı kusurlarını?
Cevapları bilmiyordu,
Öyle ya zaten bilmekte istemiyordu
Cevaba dair hayallerdi köklerini saldığı
Ne kadar derin olursa o kadar iyi
Belki de koparılması ne kadar zorsa
Bir o kadar da kötü
Bu hayaller olabilir miydi ona yaşam enerjisini veren?
Ya da bu hayaller miydi yaşam enerjisini emen?
Düşündüğü kadar güçlü olabilir miydi?
Orda güçsüzleri ezerler miydi?
Sessizce gecenin içinde ilerledi
Gün bunu duysa aldatılmış hisseder miydi?
Peki ya gece günün bu kadar içinde olduğunu bilse?
Gece bu kadar şefkatli olur muydu?
Peki ya gün bu kadar yapıcı?
Titreyen vücudunu umursamadan
Kendini karanlığın derinlerine doğru savurdu
Günsüz ve gecesiz bir ora düşündü
Ve bir kök daha saldı derinlere…

Kapı

Neyle karşılacağını bilmeden, adımlarının onu koridora götürmesine izin verdi . Sadece birkaç düşünce vardı beynini kemirip duran ve cevapları da biraz sonra açacağı kapının tam arkasında duruyordu. Bir an duraksadı ve öylece kapıyı izledi. Evin herhangi bir kapısından uzaktan bakınca en ufak farkı yoktu. Kapı belkide yıllardır boya yüzü görmemişti. Her insanın yaşadıkları bir şekilde bir yerlerde bir iz bırakırdı tıpkı bu kapının üzerindeki izler gibi.

En derin yaralar sanki kapıyı ikiye ayırmak istercesine ortada yoğunlaşmıştı. Her bir yarık farklı açılarla sanki ulaşması gereken bir yer varmışcasına ilerliyordu ve mutlaka bir diğer yarıkla bir noktada kesişiyordu. Ve sonra o bir başka yarıkla ve oda bir başka yarıkla. Kenarlara dogru yaraların boyutu küçülüyordu. Kenarlarda ise sadece çarpmanın etkisiyle oluşmuş ufak çentikler vardı.

Çentiklerin her birine dikkatlice baktı. Biraz uğraşsa belkide, hepsinin ne zaman olduğunu hatırlayabilirdi. Sonra birden daha önce farketmediği bir yara dikkatini çekti. Kapının üzerindeki her şeyi adı gibi bildiğini düşünürdü halbuki. Öyle ya hayatındaki en önemli şey o kapıydı, nasılda bilmediği bir şeyi olabilirdi?
Dikkatlice yarayı incelemeye başladı. Kapı kolunun hemen altından neredeyse hiç belli olmayacak şekilde başlayıp çok ince bir çizgi halinde kapının diğer tarafına kadar ilerliyordu. Bittiği noktada ise başladığı noktaya göre daha kalın ve belirgin bir iz vardı. Sanki yara nerede başladığını özellikle saklamak istemişti ama bitişini göstermekte bir sakınca duymuyordu. Kapının üzerindeki en belirsiz yara olsada en zarar verici yara bu olmalıydı. Daha önce bunu farkedemediği için kendini ukala ahmaklar gibi hissetti. Sonra bu düşünceleri kafasından hızla uzaklaştırdı ve dikkatini bu yeni farkkettiği yaraya geri verdi.

Görünüşe bakılırsa çok sert ve kısa bir darbe bu çatlağın oluşmasına sebep olmuştu. Darbe kapı kolunun altında bir yerden gelmişti. Böylesine bir çatlağın gerçekleşmesi için kapı darbeyi aldığında ya kapalı olmalıydı ya da ters yönde de ona yakın büyüklükte bir darbe almıştı. Ama şu anda kapının sadece bir tarafını görebildiğinden ilk olasılığın gerçekleşmiş olduğunu kabul etti.

Aldığı bu son darbe kapının görevine devam edebilmesini oldukça zorlaştırmış gibi görünüyordu. Ellerini çatlağın üzerinde boylu boyunca gezdirdi sanki onu yok edebilecekmişçesine. Böyle bir gücü olsaydı eğer bunu hiç düşünmeden kapı üzerinde kullanabilirdi ve harcadığı bu güç için en ufak pişmanlık duymazdı. Hatta bu kapının şimdiye kadar yaptıkları karşısında onun ödediği bu bedel çok küçük bile kalırdı. Ama kahrolsun işte öyle bir yeteneği yoktu ve yapabileceği tek şey sanki yokmuşcasına üzerine bir kat boya çekmek olabilirdi. Ama bunu hiçbir zaman yapmayacaktı. Onaramadığı tek bir çentiğin bile üzerini boyayla kapatmak sadece boya dökülene kadar herkesin sanki o yokmuşcasına davranmasına sebep olurdu ve o noktaya gelen ilk basit darbede o bölgedeki tüm boya dökülür ve çentik kenarlara doğru daha da genişlerdi.

Yaşlı kapı için yapabileceklerini düşündü. Şimdiye kadar elinden geleni yapmıştı halbuki. Hayatında en değer verdiği eşya olmuştu hep bu yaşlı narin kapı. Her gün gelir onu kontrol eder, elleriyle siler, tozunu alırdı. Bu kapıya ondan başka da –kapının arka tarafındakini saymazsak- kimse dokunamazdı. Ama üstündeki yaralar onu yalancı çıkartıyordu. Kederli bir şekilde tekrar elindeki yaralarda gezdirdi. Nolurdu ki hepsi o elini gezdirdikçe üzerlerinde düzelse. Hayattan pek fazla beklentesi olmamıştı ama bu onu eliyle kapıyı onarabilecek bir şeye dönüştürmeye yetmemişti.

Elini kapının yukarılarına doğru götürdü. Kapının belkide yıllara meydan okuyan tek yeri üst tarafındaki cam kısmıydı. Birkaç çizik dışında hala sapasağlam duruyordu. ilk günkü ihtişamıyla, ona bakanların gözünü almaya devam ediyordu. Dikkatsiz bir çoğu kapıya bakar bakmaz bu cama takılı kalıyorlardı. Hepsi kapılarının üzerinde böyle bir cam arzusuyla yanıp tutuşup kapıya methiyeler düzüyorlardı. Halbuki gözlerini biraz daha aşağılara ve derinlere indirseler yapacakları tek şey kapının içler acısı halini görüp dehşete düşmek ve oradan uzaklaşmak olurdu.

Ama bazıları kapının gerçek halini görmeyi başardı. Gözleri her ne kadar kapının camı üzerine takılı kalsada çatlakları fakettiler ve aslında her şey o zaman başladı. Kimisi yardım edip çatlakları onarmayı teklif etti ama onlarında bunu nasıl yapacakları hakkında en ufak fikirleri yoktu. Tekliflerini kibarca reddediyordu her seferinde bu yaraların ona olanları hatırlattığını söyleyip. Ama sonrasında farklı bir şey oldu. Bu sefer teklif edilen kapıyı onarmak değil değiştirmekti. İlk başta ne söyleyeceğini kestiremedi, dili damağı kurumuştu. Yıllardır bu kapıyla yaşamaya o kadar alışmıştı ki başka kapılarla yaşama düşüncesi aklının ucundan bile geçmemişti.
Önce kibarca teklifi reddetti. Günler boyunca böyle bir şeyi düşündüğü için kendine lanetler okudu. Bir türlü kızgınlığını dindiremiyordu. Ama sonra bu düşünce günden güne onu kemirmeye başladı. O kadar kötü bir fikir değil diye düşünmeye başladı ilk önce, sonra bu düşünce ona iyi gelmeya başladı ve en sonunda bu fikri uygulamaya karar verdi. Onun yokluğunda ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu ama artık yapması gerekenin bu olduğu konusunda emin olmuştu. Kapı o kadar yıpranmıştı ki artık onu zorlamanın bir anlamı yoktu.

Elini artık rengini büyük ölçüde kaybetmiş kapı kulbuna koydu. Beğensede beğenmese de kapının ardındakiyle de bu konuyu konuşacak ve isteğini anlatacaktı. Onun ne tepki vereceği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Belki böyle bir şey için çok kızacak, kapıyı ne olursa olsun korumayı teklif edecek belkide kapıyı değiştirme fikrini oda onaylayacaktı. Ne olursa olsun birazdan bu iş bitmiş olacak diye düşündü ve biraz ürkek de olsa kapıyı ardına kadar açtı…

Gördükleri karşısında ne yapacağını bilemedi. Dizlerindeki gücün bir anda çekildiğini hissetti ve oraya öylece dizlerinin üzerine düşüverdi. Bütün vücudu titremeye başladı ve kendini histerinin kollarına bıraktı. Kapıyı açmadan önce kafasının içinde bütün olasılıkları düşünmüştü ama bu olasıkların hiçbirininde karşılaştığı bu durum yoktu. Bunu nasıl yapabildi diye düşündü gözlerini gördüğü yeni kapının üzerinden çekerken...

Histerinin geçmesini bekledi. Hala kendini küçük düşürülmüş, aldatılmış ve güçsüz hissediyordu ama ne olursa olsun gördükleriyle yüzleşmek için tekrar ayağa kalktı. Farketmediği derin kapıyı mahveden o çatlağın sebebi şimdi anlaşılıyordu. Kapının arkasındaki, bu yeni kapıyı takarken o kadar dikkatsiz ve özensiz davranmıştı ki aldığı çekiç darbeleri kapıyı o hala getirmişti. Ne kadar aptal olduğunu o an farketti. Aslında çatlağı ilk gördüğü anda sebebinin bu olduğunu farketmişti ama bu düşünceyi öyle bir bastırmıştı ki böyle bir olasılığın varlığını dahi kabul etmemişti. Ama ne kadar derine atarsa atsın düşünceleri gerçek karşısında bütün heybetiyle duruyordu.

Düştüğü duruma küfretti, kapının arkasındakine küfretti, aptallığına küfretti ama artık sadece onun olan kapısına baktığında içinden en ufak kötü bir düşünce dahi geçmedi. Kapıyı kapattı ve sanki onu iyileştirecekmişcesini bütün yarıklar üzerinde ellerini gezdirdi am bu sefer bir şey farklıydı. Güzel olan şey kapı değildi üzerindeki yarıklardı ve sadece üzerindeki yarıklar için bile kapı orada sonsuza kadar kalabilirdi.

Ben mi?

Benim yarattıklarım bunlar,
Birilerinin beğenmesi için değil,
Sadece kendim için,

Aynaya baksam da görmek için kendimi,
Gördüğüm bir et yığınından farksız
Benim seçimim değil bu yüz, bu vücut
Beni anlatmasını beklemesin kimse
Benim yarattıklarım bunlar,
Aynada göremediğim kendim için
Onlara bakıp kendimi eleştirebilmem için
Kendimi görmek istediğim için…
Hepsinin içinde bir parça ben var
Bazıları olabildiklerim, bazıları olamadıklarım
Belki de olmak istediklerim
Gitme vakti geldiğinde buralardan
Akıllarda kalacak gerçek benler
Bazıları masum, bazıları düzenbaz,
Ukaladır bazıları çok konuşur, az dinler
Ağlar kendi köşesinde, korkar
Kandırır seni, pişmanlık duymaz
Yinede bendir o, maskesiz bir yüzdür
Zaman kırışıklarını çizemez üstüne
İfadesi saftır bir fırçadan çıkmış gibi
Köşesinde bekler gülümser ona bakanlara

Benim yarattıklarım bunlar,
Birilerinin beğenmesi için değil,
Sadece kendim için…

Görmek İstiyor musun?

Durduğunu görüyorum sanki
Karanlık mı seni böyle korkutucu gösteren
Belki de korkudur içimde seni bu kadar karanlığa iten
Sesler var, hepsi farklı, bir şeyler söylüyorlar
Çağırdıklarını duyar gibiyim, ama ya o gülüşmeler
Aklım mı bu oyunları oynayan,
Aklım mı bütün oyunların farkında olmamı sağlayan,
Ben miyim yoksa, akıl mı beni yönlendiren,
Düşünceler,
Elimde tutmak istiyorum onları,
Göstermek istediğimdendir belki de herkese,
Ya onları da çekerse kendi karanlık sularına,
Karanlığı göstermeye hakkım var mı?
Onlar hep karanlıkta göremediklerini sanırlar,
Gördükleri karanlık hâlbuki dikkatli baksalar,
Bakmazlar,
Göremediklerinden değil, görmek istemediklerinden
Peki arkamı dönüp gitsem,
Yorganın altına girsem küçük çocuklar gibi,
Karanlığı karanlığımla saklasam kendi içimde,
Ama bir şeyler saklanırken göremez ki insan,
Bilir sadece bir yerlerde olduğunu,
Hisseder belki de,
Duygular göreceli kavramlardır,
Düşünceler ezer onları gerçekliğiyle
Sanki kıpırdıyorsun artık, kaçıyorsun yine benden
Korkum mu seni benden kaçıran,
Kaçman mı beni korkutan?
Ne kadar da karanlık, görmek istiyor muyum?
Hiç bu kadar güzel karanlık görmemiştim…

Önceki Kayıtlar