Toz

Daha gözlerini açar açmaz bütün vücudunu heyecan kaplamıştı. günlerdir içinde uçuşup duran perileri artık bugün salabilirdi, bugün o güzel gündü. yatağında hızlıca doğruldu ve günün planını yaparken odayı seyretmeye başladı.

bir bodrum katında, ışığı neredeyse tavan hizasındaki küçük pencereden alan bir odada kalıyordu. odanın ortasında camın karşısında iki kişik dev yatağı bu odanın en özel objesiydi. her zaman çok fazla konuğu olurdu, konukları tek gelirdi ve bu sayede iki kişilik yatak çoğu zaman tam kapasiteyle çalışırdı. onun içindi ya yatağın en önemli eşya olması, gelenler mutlu olmalıydı, o onları mutlu görmeyi seviyordu.

bir süre öylece boşluğa dikkatlice baktı. aslında o boşluk olarak tanımlamıyordu oda da eşyanın kaplamadığı hacmi, o hacim bile tepeleme doluydu. camdan süzülen güneş ışığı bu boş kalan hacmin sahne ışıklarıydı ve tozlar gün boyunca sahnede yorulmadan dans edebiliyordu. ayrıca saatlerce onların dansını izleyebilirdi, hipnotize edici bir özelliği vardı bu toz taneciklerinin, onlara bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdınız. küçük, enerjik ve dünyanın en mutlu şeyleriydi. tembel hissettiği çoğu zaman olduğu gibi "haydi bir toz parçacığı kadar şımarıki ol" diyerek gülümsedi kendine ve yataktan kalktığı gibi doğruca odada en sevdiği ikinci eşyaya doğru ilerdi. eski, ihtiraslı masa aynası.

yıllar aynayı eskitmişti, çoğu yeri artık ahşap renginden ziyade siyaha çalıyordu ama hala aynası onun için en güzel aynaydı. bu ayna onunla beraber bir çok misafire tanıklık etmişti ve misafirlerde o aynanın orada durmasından mutlu oluyordu. hani bazı insanları evinde gibi hissettiren bazı eşyalar vardır ya, misafirler için o eşya işte bu sevimli ayna ve yataktı.

aynanın önündeki masanın altındaki 3 ayaklı tabureyi çekti, eliyle üzerinde birikin tozu hafifçe temizledi. bu nazik hareket toz parçalarını oldukça mutlu etmişti ve her biri görece boş hacimde çılgınca dans etmeye başladı. tabureye oturmadan aynanın üzerindeki tozlara da hafifçe üfledi ve onların havadaki partnerlerine katılması gülümseyerek izledi. işte güzel gün böyle başlamalıydı, mutlu bir dansla...

şimdi ilk yapması gereken güzel bir makyajdı, sonuçta misafirine güzel gözükmeliydi, o bir kadındı ve güzel bir kadın her zaman bakımlı olmayı bilmeliydi. her zamanki gibi gözleriyle başladı makyajına, önce mavi gözlerinin daha belli olması için göz çevresine siyah kalem. ondan sonra dudaklara biraz parlak duran kırmıjı ruj ve yanaklarının üzerine utanmış gibi gözükmesini sağlayan allık. işte bu kadar! makyaj bitmişti bile, artık bakımlı ve çekici bir kadındı ve misafirini karşılayabilirdi. şimdi odasını toplamadı diye içinizden geçirebilirsiniz ama odanın yeni kullanıldığını anlatan -oda halinden gelen- hafif dağınıklıktan başka bir sorunu yoktu. bu misafirin hoşuna giden bir diğer şeydi.

kapı hızlıca iki kere tıkladı. bir veya üç değil ve tıklamalar arasında neredeyse aralık yok denebilecek kadar az bir aralık vardı. istekli ve kararlı bir kapı tıklaması. bu ses onu yıllardır mutlu ediyordu ve hep bu sesi duymak istediğini düşündü. tabureden makyajını bitirebilmiş olmanın verdiği mutlulukla hızlıca doğruldu, kapıyı açmadan önce tekrar aynaya son bir kez dönüp baktı ve elleriyle saçını hafifçe kabarttı. saçları sanki olanların farkındaymış gibi tam istediği şekilde kaldı. öyle ya bugün onun günüydü ve herşey tam istediği gibi gidecekti.

kapıyı açtı ve çocukluk arkadaşının kucağına atladı. birbirlerini ne kadar çok özlemişlerdi, dakikalarca öyle kaldılar, sadece gülerek. kıkırdaşmaları çevredeki herkesi kıskandırabilecek mutluluktaydı ama kimse oralı olmuyor gibi gözükoydu. durdular, birbirlerinin gözlerinin içine baktılar ve kapıyı kapatıp odanın keyfini çıkarmaya başladılar. aslında burda başladılar yerine başladı demeliydim çünkü çocuk odadan o kadar uzaklaşmıştı ki yatağın kokusunu dahi özlemişti. önce yatağı kokladı, sonra ayna da saçlarını düzeltti ve sonra kızla beraber havada dans eden toz parçacıklarına katıldılar.

ha bu arada bir anda benim birinci tekil şahısa geçmemi yadırgadınız eminim ama bu hikayede anlatmak istediğim zaten malasef bu. olayı hep üçincü şahıslardan dinlemeyi seviyorsunuz çünkü ama ben şu an sizin için ikinci tekil şahısım ya da isterseniz ikinci çoğulum. ama bir şeyi fark ettiniz, bu hikaye anlatırken aynı zamanda dinleyen ben birinci çoğul şahısım. neyse konumuz bu değil, üçüncü olarak anlatmaya devam edeyim ben siz korkup kaçmadan. danslarının sonunda ikisi de kendini yorgunluktan yatağa bıraktı ve yapmayı en çok sevdikleri şeyi yapmaya başladılar; birbirlerine geçmişlerini hatırlatmak...

oğlan: hatırlıyor musun hep seninle gizli yerlerde buluşurdum ve ele ele tutuşup bir dahaki buluşmamız için daha da gizli yerler arardık. bilmiyorum neden ama hep bizim buluşmamızı garipserdiler. gözlerini hatırlıyor musun bize bakanların, nasılda kuşkucu ve korkmuş olurlardı?

kız: hatırlıyorum ama biz hep bir yolunu bulurduk değil mi? biz hep buluştuk her zaman daha gizli bir yerde. onlar hep bizim buluşmamıza engel olmaya çalıştı, bizi takip ettiler... belki de bu kadar mutlu olmamızın sebebinin buluştuğumuz yerler olduğunu düşünüyorlardı ne dersin? ondan hep gördük biz o gözleri...

ikisi de haklıydı. onlar ne zaman elele gezse, çocuklar gibi çılgınca eğlenmeye başlasa -sizin de tahmin ettiğiniz gibi, evet bu onların en doğal hakkıydı, çünkü daha çocuktular- , hep birileri tedirgin olurdu ve kaçamak bakışlar üzerlerinden inmezdi. tabi o küçücük iki çocuk olan bitenin oldukça farkındaydı ve dedikleri gibi hep daha gizli yerler bulmayı başardılar. onlar hep daha gizli yerlerde buluştular ve arkadaşlıkları her buluşmada daha derinlere ilerledi.

oğlan: çocukluğumuzda gene durumlar iyiydi. ya biraz büyüdüğümüzde neler yaşadığımızı hatırlamıyor musun? hani seni dayanamayıp öptüğüm gün. tamam biz sadece arkadaştık ama o zaman duygularımdan emin değildim. ben seni öpünce hiç düşünmeden tokatı yapıştırmıştın ve ağlamaya başlamıştın. bütün herkes nasılda başımıza üşüşmüştü.

kız: evet, onu da hatırlıyorum çocuk. sana o gün hayatımda en çok kızdığım andı. arkadaşlığımıza bir şey olucak diye o kadar korktum ki şapşal. ağlamam da bu yüzdendi yoksa senin için bütün vücudumu verebilirdim.

oğlan: tekrar özür dilerim senden yavrucak, ergenlik işte. sonra hatırıyor musun ablan sana çocuk ayarlamıştı flört etmen için. aslında bütün sorunun bir sevgilinin olmamasından kaynaklandığını düşünüyordu.

kız: ya ne demessin. senle olan arkadaşlığımı bir türlü anlamak istememişti. sanırım seninle her zaman en gizli saklı yerlerde buluşmam onu ürküttü. çünkü beni terketmeden birkaç gün önce artık onu çok ürküttüğümü söylemişti.

erkek: boşver, ne var biliyor musun, bence sadece beni kıskandı. ayrıca eminim şu an başını taşlara vuruyordur seni terk ettiği için...

mutlulukarına bakınca onları kıskanmamak elde değil diye düşünüyorum. biraz önce dediklerimden sonra size aniden onların mutluluğunu gösterdim diye umarım kızmamışsınızdır bana ya da korkmamışsınızdır mı demeliydim? hadi ama, buraya kadar okudunuz sonunu merak etmiyor musunuz?

saatler boyunca nasılda eskiden mutlu olduklarından anlatıp durdular ve hep güldüler. artık eskisi kadar çok görüşemiyorlardı araya bazen çok uzun ayrılıklar giriyordu. bunda hem kızın artık birsürü misafirinin olmasının hem de oğlanın meşgul olmasının etkisi vardı. kız diğer misafirlerine de zaman ayırmalıydı ve oğlan artık onu her çağırdığında gelemiyordu.

artık oğlanın gitme vakti gelmişti bu yüzden yavaşça yatağından doğruldu. kız bunun ne anlama geldiğini biliyordu ama onunla geçirdiği zamanı en ufak bir mutsuzluk darbesiyle bile bozmayacaktı. gülerek kapıdan çıkarak tren istasyonun yolunu tuttular.

istasyona geldiklerinde her zaman orda gördüğü iki yaşlı amca köşede oturmuş yine laklak yapıyordu. kızı görünce ona baktılar ve gülümsediler, onu görmekten mutlu olmuşa benziyorlardı. onların bu haline garip bakmayan tek kişi bu iki yaşlı amcaydı. aslında onlarda da ufak bir gariplik vardı, hep kıza gülümsüyorlardı ve oğlana yüz göstermiyorlardı. kız bu durumu aklının bir köşesine not etti, bu davranışları oğlanı üzebilirdi ama konuşunca anlayışla karşılayacaklarına emindi.

mutlu gözlerle oğlanın trene binişini izledi ama oğlan son bir defa dönüp kızı öptü. artık dudaklarından öpmesi kızı kızdırmıyordu çünkü bu arkadaşlıklarına en ufak zarar vermiyordu aksine daha da pekiştiriyordu. en azından ayrı kalan süreyi daha kolay geçirmelerini sağlıyordu. oğlan bu sefer arkasına bakmadan içeri adım attı ve tren yavaşça istasyondan kalktı. kız mutlulukla dolmuş gözlerinin taşmasına izin verdi ve gözlerinden mutluluk damladı günün sonunda.

gülen gözlerle evsiz iki ihtiyarın yanına doğru ilerledi ve ikisinin de elini sıktı. durumlarının nasıl olduğunu sordu ve her zamanki geçiştirici cevaplar aldı. ikisinin de yeteri kadar para bulamadıklarını biliyordu ama onlar için elinden geleni yapıyordu ve şu anlık iki ihtiyarda oldukça mutlu gözüküyordu. bir kaç dakika sonra mutluluk depolanmış kız evinde tozlara yalnızda olsa eşlik etmek için geri dönüyordu.

sonra ihtiyarlar kendi arasında konuşmaya başladı:

onun en özendiğim yanı ne biliyor musun? bir sürü arkadaşının olması ve aslında işin asıl komik olan tarafı ne biliyor musun? bütün arkadaşlarını kendi yarattı ve kimseyi umursamadan onlarla mutlu geçiriyor hayatlarını. dünyadaki diğer normal insanlar için onlar sadece bir hayalden ibaret, hatta onu şizofren diye çağırıyorlar ama onların hayatlarında öyle karakterlerin olmaması onun hayatında olamayacağı anlamına gelmiyor. asıl şizofren olanlar bence bu kadar kusursuz karakterleri hayatlarına yerleştiremeyenler...

seni üzmek istemem dostum ama bizim de onun hayal dünyasının ürünü olan iki karakter olduğumuzun farkındasındır umarım. aslında biz de diğerleri için yokuz...

biliyorum dostum zaten onun için o son cümleyi kurdum ya..

kurduğu karakterler bile espri yapmayı başarabiliyordu ve siz de benim hayali bir karakter olduğumu düşünüyorsunuzdur sanırım. ya da belki kendinizin hayali bir karakter olduğunu? ama bence ne var biliyor musunuz, sorgulamanız gereken şey neden bu kadar kusursuz karakterlerin hayatınızda olmadığı....

0 yorum:

Önceki Kayıt Ana Sayfa