Yola çıkmadan önce yoğun ve gürültülü bir yağmur başlamıştı. Göl evine gitmeye karar verdiğinde gerçekleşen daha doğrusu gerçekleşmesi kesinleşen bir fırtınanın habercisiydi bu. Kararını takip eden gün başlamaya kararlı olan fırtınanın,kendisini dinlediğinden bazı zamanlarda neredeyse emin olurdu. Sadece onun kararını bekliyor olduğunu düşünürdü. Şimdi yine fırtına onu uğurluyordu. Yağmur suları karanlık caddede kelimelerin kötü bir romandan akışı gibi aşağı doğru hızla akıyordu. Nereye aktığını seçemiyordu çünkü cadde aşağı doğru bir yılan gibi kıvrılıyordu ve başını göremediğiniz gibi sonunu da göremezdiniz. Daha fazla beklemenin sadece fırtınayı şiddetlendireceğini bildiği için pencerenin kenarından ayrıldı. Perdeyi çektikten sonra elindeki mumu kapının önündeki holü aydınlatması için sol eline alıp ileri uzattı.Bu mum da fırtınanın getirdiği bir dosttu.El fenerlerini sevmezdi.En azından kendisinden başka kimsenin olmadığından emin olduğu ortamlarda.Bu sebeple kapının önüne geldiğinde mumu söndürdü ve kapının yanındaki rafa koydu.Küçük bavulunu aldı ve çantasına bir el feneriyle yedek piller koyup kapıyı açtı.Onu ilk karşılayan serin ve rutubetli hava olmuştu ki bu da kesinlikle şaşırtıcı değildi.Yakalarını kaldırıp şalını düzelttikten sonra açık çantasından şemsiyesini çıkarttı,kapıyı kilitleyip anahtarını çantasına attı,arkasını dönüp açmaya çalıştığı şemsiyesi,küçük bavulu ve hala kapatmadığı çantasıyla rüzgarda çırpınıp kamçılanarak göreceği son fırtınanın içine adım attı.
Arabası en fazla yirmi beş metre uzakta olmalıydı ama bu fırtınada ona en azından iki buçuk kilometre yürümüş gibi geliyordu. Savaşı şemsiyesi kazanmıştı ve galibiyetini kutlarcasına elinde takırdıyordu. Arabaya ilk giren de o olmuştu,oldukça hızlı ve sert de olsa.Belki önce sahibi arabaya girseydi bir anlığına oluşan o korkunç havayı solusaydı koşa koşa kaçacak ve muhtemelen uzun bir süre arabaya binmemek de dahil olmak üzere hiçbir şey yapmadan boşluğa bakıp korkunun somutluğunun ve yoğun gerçekliğinin üstünden akıp gitmesine izin vermek için sessizce bekleyecekti.Sonuç hiçbir şey yapılmamış birkaç saat de olsa oldukça hafif bir bedel olacaktı.Ama hayat buydu.Sizi zincirinizin ucundaki ilmeğe yaklaşırken uyarmazdı.Sadece yolunuzu yapardı,hepsi bu.Siz üstünde körü körüne sonunuza yürürken o da duygusuzca sizi izler ilmeğinizin boynunuzdan geçtiğine emin olduğunda da artık bir işi kalmadığında kendini boşluğa bırakıp yolculuğunuzun devamında sizi yalnız bırakırdı.Belki de bırakmaz ve diğer hayatları izlemeye devam ederdi-bunu asla bilemezdiniz.Tıpkı doğru zaman ve doğru yere göreceli olmayan kavramlar yüklemeyi başaramadığınız gibi bunu anlamayı da başaramazdınız.İşte hayatın kötü bir yanı daha-bazen bir şemsiye bile olayların,sizin olduğunuzdan çok daha farkında olabilirdi.Ve yine aynı şemsiye başına bir şey gelmediği sürece siz ilmeğinizde sallanırken arabanın arka koltuğunda yatmaya devam edebilir,mumunuz kapının yanındaki rafta durma kararlılığını gösterebilir ya da yedek piller çantanızda kalabilirdi.Çoğu zaman bunlar,hayatınızdan çok daha değersiz ve etkisiz görünebilirdi ama kesinlikle onlar savaşın asıl galipleriydi-en azından bir başkası kendi ilmeğine yürürken onları mahvetme,kırma,dökme ya da yok etme eğilimleri göstermezse.Arabaya bindiğinde elbette bunlardan hiçbirini düşünmüyordu.O somut korkudan ve sessiz ağlayışların yankılarından da habersizdi.Tek düşündüğü yol boyunca fırtınadan diğerleri kadar çok etkilenmemiş bir radyo kanalı bulmaktı çünkü kasetleri-evet kaset,oldukça geri kafalı;önce mum şimdi de kaset- holdeki küçük kutuda bırakmıştı ve şiddetlenen yağmurda geri dönmek yapmayı düşündüğü son şeylerden biriydi.Modern çağa uygun olarak geliştirebildiği ve işine yarayan tek huyu garanticilikti.Biraz daha sade bir şekilde kullanacak olursanız ona korkak da diyebilirdiniz.Korkak,tanrı yardımcısı olsun.
İlerleyebildiği yol boyunca gayet tahmin edilebilir bir şekilde herhangi bir radyo kanalı bulamadı,hayır,yağmur tabi ki azalmadı ve yine yanıldınız,hava kararana kadar ilerleyebildiği mesafe yolun tamamıyla kıyaslandığında açık bir şekilde kısaydı-bu bir romantik komedi ya da ürkütücü bir kamp hikayesi değil,sadece bir zincir üstünde gidiyoruz,kendinize gelin.- ve en sonunda bu fırtınada ilerleyemeyeceğini kendi kendine itiraf ettiğinde bulabildiği ilk motel de kesinlikle çöplerini bile dökmeye iğreneceği bir yerdi.Ama ya karanlıkta-ve fırtınada-ilerleyip kesin ölümüyle kucaklaşacaktı,ya da “garantici” bir tutum takınarak fırtına hafifleyene-“ya da hava biraz aydınlanana kadar” dedi kendi kendine- bu lanet olası motelde kalacaktı.Ve evet bu sefer doğru tahmin-motelin park alanına saptı.Aydınlatılmamış park alanının bu kadar kalabalık olduğunu tahmin etmemişti-aslına bakılırsa orada kalma cüretini gösterecek tek ahmağın kendisi olduğuna inanıyordu – ama eğer alan aydınlatılmış olsaydı da önyargı küçük ellerini gözlerinin üstüne koyacak ve “Bil bakalım bu lağım çukuruna giren tek ahmak kim?” diyecekti,sonuç olarak alana girince yine aynı şaşkınlığı yaşayacaktı-Einstein’ın önyargıyla ilgili bir sözü vardı,değil mi?-Zar zor kendine bir park yeri buldu,çantasını aldı,kırık şemsiyeye göz attı-“Bir işe yaramayacağını bakmadan da anlayabilirdim.” diye düşündü- ve dalmadan önce aldığı derin nefeslerden birini alıp ölmekte olan ıslak bir günün derinliklerine daldı.
Girişte resepsiyon olabilecek küçük bir masa,üstünde eski püskü,ıslak ve sarı yapraklı bir defter ve mürekkep akıtan bir kalemle beraber duruyordu.Muhtemelen fırtınadan dolayı kesilmiş bir telefon da masanın yanındaki duvardan sallanıyordu.Üstü başı pislik içinde olan ve o pis görüntüye yakışan bir koku yayan bir adam,masanın arkasındaki kırık sallanan sandalyeye oturmuştu-daha doğrusu sızmıştı.Öyle bir adama normal şartlarda dokunmak istemezdiniz,ama korkunç bir fırtına ve gece bileşimi kesinlikle normal şartlar tanımı altında incelenebilecek bir durum oluşturmuyordu.Ve sonuç olarak adamın en temiz yerini-sol dirseğini-hedef olarak belirledi ve hafifçe dokundu,bir dokunuştan çok bir nefese benziyordu ve bu sarhoş adamın ruhunun bile duymayacağından emindi ama adam yerinden zıplayıp panik içinde etrafına bakındı.Şişmiş gözleriyle odayı taradı,kadını görünce gözleri biraz daha açıldı ve odadaki diğer şeyler daha az ilgisini çekmeye başlamış gibi göründü.Belli ki o geceki alışılagelmişin dışında bir kalabalıktı ve adam içip uyumaya alışık olduğu için bu kadar sık uyandırılmak onu oldukça rahatsız etmişti,kendi kendine fırtına gecelerinin kalabalık olduğunu hatırlatmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu,biraz daha toparlanıp kalemi tutabilecek kadar kendine geldiğinde defteri kadına çevirdi ve kalemi eline tutuşturup çarpık çurpuk yazılarla ve mürekkeple lekelenmiş sayfada boş bir satırı işaret etti.Adını ve giriş saatini deftere kaydettikten sonra önüne itilen anahtarı alıp üç yüz on dokuz numaralı odaya yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.Eğer işi bitmiş bir hayat onu izliyorduysa,ilmeğine çok yakın olduğunu gördüğü söylenebilirdi.
Oda tahmin ettiğinden daha temizdi-belli ki o gece yanılma konusunda göreceli bir yetenek geliştirmişti.Fırtına tekrar şiddetlenmeden önce kısa bir süreliğine hafiflemişti,serin rüzgar bulutları dağıtmış ve gümüş ışıklarıyla ayı serbest bırakmıştı.İtiraf etmek gerekirse üç yüz on dokuz numaralı oda gümüş ışıkla yıkanmışken hiç de fena gözükmüyordu-hatta davetkar bir havası vardı.Bunda muhtemelen uykusuzluğunun da payı vardı ama şimdilik odayı incelemek ona daha uygun gelmişti.Son derece sade bir odaydı,hatta boş denecek kadar sadeydi.Yine de itinayla temizlenmişti ve motelin görüntüsüyle tezat oluşturacak kadar düzgündü.Odada süs denebilecek tek şey duvardaki resimdi.Üç küçük kızın resmedildiği bir tabloydu.Üçü el ele tutuşmuş yapmacık bir neşeyle kendisini izleyenlere gülümsüyorlardı.Dikkatle bakınca üçünün de aynı kız olduğunu fark etti.Yorgun bir tebessümle küçük kızlara karşılık verdi ama yorganı üstüne çekmeden önce kızlarda onu rahatsız eden bir şeylerin varlığını kendisine itiraf etmek zorunda kalacaktı.
Rüyasında sürekli küçük kızları gördü-sivri dişleriyle ona gülümseyen ve yanık ellerini ona sallayan küçük kızları.Rüyasında kendisine el sallayan üç yansıma gördü.Rüyasında kendi küçüklüğünü gördü-hem de üç tane…
Kan ter içinde uyandığında bir rüya gördüğünün bilincindeydi-her ne kadar ne gördüğünü hatırlamasa da.Ama sebebini bilmediği bir şekilde o rüya,ona geçmişi hatırlatıyordu-sürekli olarak göl kenarında yaşadığı,annesiyle reçel yapıp babasıyla balığa gittiği,arkadaşlarıyla gece göle girdiği,raftta anlatılan korkunç hikayeleri dinleyip korktuğu günleri ve gelecekte kocası olacak daha sonra bir bisiklet kazasında ölecek olan adamla yaptığı bisiklet yarışlarını hatırlatıyordu.En çok da annesinin hanımeli kokulu parfümü aklındaydı.Fakat bunun sebebini anlamış değildi,bu hatırladıkları o küçücük bir kızken yaşadıklarıydı.Neredeyse tablodaki üç küçük kızın yaşındayken yaşadıkları…Belki de tam olarak o yaştayken…Ve tam olarak onlar gibiyken…Aslında…Onlarken…
Bu düşünce onu oldukça rahatsız etmişti.Bu rahatsızlığın birçoğu mantıklı ve hatrı sayılır birçoğu da mantıksız sebepleri vardı.Mesela;eğer kızların hepsi aynı kızsa ve kızların da hepsi kendisiyse onları nasıl tanıyamamıştı?Kendini nasıl tanıyamamıştı?Üçte üç yanılabilir miydi?Mantık ve mantıksızlık arasındaki sınır yavaş yavaş kayboluyordu.Böyle bir olay gerçek olamazdı,hayatında ilk kez gördüğü ve girdiği bir motelin duvarında kendi küçüklük resimleri olamazdı-gerçekten imkansızdı.Yeni fark ettiği ve imkansızlığından emin olduğu bir rahatsızlık daha ortaya çıkmıştı.Hayal gücü fazla çalışıyor olmalıydı-resimler hareket etmezdi.Ayrıca tanımadığınız motellerde küçüklük resimlerinizi duvarlara asmazlardı,muhtemelen sizi tanımadıkları için bu mümkün olamazdı.Hareketli resimler konusuna gelince-daha olayın ciddiyetine varamamıştı.Ama evet resim gerçekten değişmişti-çok değil,dikkat edince fark edilebilecek bir değişiklikti-kızlar ellerini bırakmışlardı.Elleri hala yan yana duruyordu,ama artık küçük parmaklar birbirine kenetli değildi.Gülümsemelerindeki yapmacık neşe de kaybolmuştu,artık ağlamak üzereymiş gibi gözüküyorlardı-yüzlerinden neşesiz bir kahkahanın gölgesi geçmişti ve şimdi ağlamak üzereydiler.Yapılabilecek tek şey vardı:tabloyu alıp moteli hemen terk etmek-hava karanlık olsun ya da olmasın,fırtına onu yoldan çıkarsın ya da çıkarmasın.
Tabloyu sarabileceği ya da içine koyabileceği bir şey yoktu-olsaydı da koyacağından emin değildi-duyduğu dehşet giderek artıyordu,canlanmış gibiydi;sanki göğsünü yırtıp dışarı çıkmak ve o da kendi dehşetini kusmak istiyordu.Odasındaki eşyalarını hemen toparladı ve eşyaları ve elindeki tabloyla üç yüz on dokuz numaralı odayı terk etti-bunu yaparken kendini hiç de yalnız hissetmiyordu,yolculuğun başlangıcındaki yalnızlık ve pişmanlık uçup gitmişti,ne de olsa yanında kendisi,o ve bizzat kendisi vardı.Bu tabloyla bir daha kendini asla yalnız hissetmeyecekti.Hayatı,onu zincirinin ucundan gözlemeye devam ederken “asla” kavramının ne kadar da göreceli olduğunu düşünüyor olmalıydı.
Motelin girişindeki alkolik görevli kendisini bile şaşırttığı açık olan bir şekilde hala ayıktı.Yüzünde anlaşılması güç bir ifade vardı-rahatlamış,üzülmüş ve neşelenmiş bir adam gibi gözüküyordu ki bu,karşısında motelinden bir tablo çalmakta olan genç bir kadını gören bir resepsiyonistin takınması gereken en son ifadelerdi.Elinden tabloyu düşürmemek için çaba harcayan kadın-elleri ter içindeydi- herhangi bir tepkiyle karşılaşmadığı için şaşkındı ama fırsatı değerlendirip kapıya hızlı adımlarla yürümeye başladı.Kapıyı açıp dışarı çıkarken kapının gıcırtısından başka bir ses daha duydu,resepsiyonist derin bir iç çeker gibi fısıldamıştı:”Büyüyünce çok güzel olacağını biliyordum,seni çok uzun zamandır bekliyordu.”
Tabloyu bagaja koyarken bir şey onu tabloya bir kez daha bakmaya zorladı.Beklediği şeyi görmüş olsa da şaşkınlık onu vurmuştu.Tablo yine değişmişti,kızlar artık açık açık ağlıyorlardı-kızlar kan ağlıyordu.Kırmızı damlalar yüzlerinden pürüzsüz boyunlarına doğru kayıyordu.Kızlardan bir tanesi-“kendimden bir tanesi” diye düşündü dehşet içinde-yanık elleriyle gözlerini kapatmıştı.Bir diğeri-yine yanık elleriyle-ağzını kapatmıştı.Diğerinde bir farklılık vardı,elleri yanık değildi ya da henüz yanmamışlardı.Kanlı dudakları acıyla çarpılmıştı ve ellerinden biriyle durmasını diğeriyle de önlerinde durdukları ve şimdi fark ettiği yolun gerisini işaret ediyordu.Yol ona tanıdık geliyordu ama o anda bunu düşünecek durumda değildi.Tabloyu sinirle bagaja fırlattı ve acıyla irkildi.Eli kan içindeydi ve ağlıyordu-“ya da kan ağlıyorum” dedi kendi kendine-ve tabloyu çıkarıp baktı,kan her yere bulaşmıştı.Anlamadığı bir şekilde kızlar onun kanını ağlıyordu,kızlar zaten benim dedi tabloyu fırlattı,lanetler okuyup ağlarken ve eli kanarken fırtınaya ve karanlığa aldırış etmeden bagaj kapağını çarpıp ön kapıya yöneldi.
Yol boyunca ne yaptığının farkında bile değildi,yaşadığı dehşet,şaşkınlık,panik ve inanmazlık onu hissizleştirmişti.Ya da hisleri o kadar yoğunlaşmıştı ki vücudu onu korumak için bir şeyleri devre dışı bırakmıştı.Ve yine anlamadığı bir şekilde motelden ayrıldığından beri kocası aklından çıkmıyordu,sevgili ölü kocası.Küçüklüğünden beri aşık olduğu adam bu yol üzerinde bir yerlerde çok sevdiği bisikletiyle bir kamyonun altına girmeden önce oldukça mutlu bir hayatı vardı-iki yıllık evlilerdi ama aslında yıllardır beraberlerdi.Kocası-artık yaşamayan kocası- kendisinden bir yaş büyüktü-ya da yaşasaydı öyle olacaktı- ve yanlarındaki evde yaşıyordu.Aileleri oldukça iyi dostlardı ve sık sık görüşürlerdi.Kısacası beraber büyümüşlerdi ve başlangıçta şaka olan çocukluk aşkları büyüdükçe gerçeğe dönüşmüştü.Kocası üniversite için ayrıldığında bir daha görüşemeyecekleri hissi içini kaplamıştı ve ondan bir bağlılık göstergesi istemişti,kocası da ona bir yüzük vermişti ama asıl bağlılığını evlendikten sonra vereceği bir hediyeyle ispatlayacağını söylemiş ve ölene kadar yapacağı mesleği için kasabayı terk etmişti.Döndüğünde hemen evlenmişlerdi ve mimar olan kocası eski evlerinin tam karşısına-her ikisinin eski evlerini ortalamıştı,bunun daha adil olacağını söylemişti- kendi çizdiği harika bir ev yaptırdı.Oldukça büyük bir evdi,harika bir manzaraya sahipti ve her ikisinin de kafalarını dinleyip istediklerini yapabilmeleri için ikisine de alan sağlıyordu-kocası bunu itinayla planlamış ve çizmişti.Bu kadar büyük bir evin bir ayda bitirilmesine inanamamıştı ama kocası çizimleri mezun olmadan önce yaptığını,bütün alt yapının önceden hazırlanmış olduğunu ve inşaatın da aslında yaklaşık olarak sekiz aydır devam ettiğini ve o da üniversitede olduğu için bundan haberi olmayacağını ve ona büyük bir sürpriz yapabilmek için bu yola baş vurduğunu itiraf etmişti.Ne de olsa her ikisinin aileleri de artık orada yaşamıyordu ve sürprizi bozmaları mümkün değildi-bu fikir ona güven vermişti ve karısına yapacağı sürpriz onu çok mutlu ediyordu.Evli olarak geçirdikleri iki yıl çok güzeldi.Bir gün kocası üniversiteye gitmeden önce kendisine vermiş olduğu sözü tutmanın vaktinin geldiğini söyledi.Bu sürprizin çizimi için çok uğraştığını söylemişti-mesleğiyle ilgisi olmadığı için onu çok uğraştırmıştı ve hislerini ifade etmesini sağlaması için sarf ettiği çaba normalde harcayacağından iki kat daha fazlaydı.Onu getirmesi için şehirdeki atölyesine gidip alması gerekiyordu ve tabi ki arabayla değil,küçüklük tutkusu olan bisikletiyle gitmeye karar vermişti.Karısını öpüp gelebileceği en çabuk şekilde geri geleceğinin sözünü verdi ve bisikletine binip uzaklaştı.İşte bu kocasını canlı olarak son görüşüydü.Şehirden dönerken bir kamyonun altına girmişti,kamyonun şoförü,bisikletlinin-kocasının-elinde kağıtlara sarılı bir şey taşımakta olduğunu,onu tutmaya çalışırken dengesini kaybettiğini ve motelin biraz ilerisinde kamyonun altına kaydığını söylemişti.Şoförün tarifinden kocasının elindekinin bir tablo ya da pano olduğu anlaşılıyordu ama polis, kaza sonrasında etrafta kesinlikle tariflere uyan bir panonun veya tablonun bulunmadığını,kamyon şoförünün muhtemelen yorgunluktan ve olayın şokundan hayal gördüğünü bildirmişlerdi.Kadın o günden sonra göldeki evden ayrılıp şehirde bir eve taşınmıştı.Göl evini satmamıştı,çünkü geçmişle ve kaybettikleriyle tek bağlantısı oydu,kazadan sonraki hariç her ilkbahar aksatmadan oraya gitti.Her ilkbahar kocasının ona olan bağlılığının ispatına kocasını kendisinden aldığı için lanet etti.Bununla birlikte bu “ispatın” nerede olduğunu,nereye kaybolduğunu ve var olup olmadığını daima merak etti.Kocası her zaman resme meraklıydı,hep tablolar yapardı ama bunları genelde şehirdeki atölyede bıraktığı için kadın bir tanesini bile görmemişti.Bir şekilde kamyon şoförünün söylediklerine inanıyordu,kocasının konuşmalarıyla şoförün söyledikleri örtüşüyordu,ama bir tablo o kazadan sağlam çıkmış olamazdı,olsa bile bildiği kadarıyla tablolar kaçamazlardı-tabi aslında değişemezlerdi de…
Yolculuğun kalan kısmı zor geçmişti,fırtına kesinlikle hızını kesmemişti ve bulutların karanlığı güneşin cılız ışıklarını daha da matlaştırıp engelliyordu.Yolculuğunun sonuna gelmekte olduğunun farkındaydı-göl evi artık sadece on beş dakikalık mesafedeydi.Aklı tablodaydı.Neler olduğunu çözmeye çalışıyor ama hiçbir şeye mantıklı bir açıklama getiremiyordu.Aklında sürekli kendisinden vaktinden çok önce alınan kocası vardı.Sadece o ve onun gizemli hediyesi…
Göl evinin girişindeki yokuşa gelince tablodaki yolun neresi olduğunu anladı-“Zaten en başından beri biliyordum” diye itiraf etti kendine.Tablo burayı resmediyordu.Kendisi onu buraya gelmekten alıkoymaya çalışıyordu.Ama o kendisini dinlemezdi-hiçbir zaman dinlememişti ki.Bu küçük üç maymunu neden dinlesindi?”Zaten artık çok geç” dedi ve anahtarı çevirip arabayı yokuşun altında bıraktı.Soluduğu hava,sonuncusu olacaktı.
Yokuşu yavaş yavaş tırmanmaya başladı.Göl evi bütün heybetiyle karşısındaydı.Kırgın,sadık,unutulmuş bir metres gibiydi-değişiklik istediğinizde ne kadar süre geçmiş olursa olsun buruklukla kollarını size dolardı.Eve karanlıkta giremeyeceğini fark etti-korkuyordu hatta delicesine korkuyordu,titriyordu.Lanet evin kapısını açmadan önce yan taraftaki şalterleri kaldırması gerekiyordu.Ana patikadan çıkıp çalıların arasından evin yanına ilerlemeye başladı.Tam o sırada gözünün ucuyla bir hareket gördü,bir gölge gibiydi ve bir esinti gibi geçip gitmişti.Tuhaf bir biçimde bu sessiz hareket midesini bulandırmış,içindeki dehşeti büyütmüştü-sanki mümkünmüş gibi.Adımlarını hızlandırdı ve şalterlerin bulunduğu tarafa neredeyse koşarak ve sürekli arkasında bir hareket gözeterek vardı.Nefes nefeseydi,ter içindeydi ama titriyordu.Öğürmeye başladı ve son bir gayretle şalterlere uzandı.Şalteri yukarı kaldırırken aniden küçük çaplı bit patlama oldu,çığlık atıp geriye kaçmaya çalışırken ayağı kalın ve kurumuş bir köke takıldı ve olanca ağırlığıyla yere düştü.Her yanı ağrıyor ve acıyordu.Ellerindeki yanıkların mı yoksa alnındaki derin yaranın mı daha çok acıdığına karar veremiyordu.Lanetler ederek ve ağlayarak ayağa kalkmaya çalıştı,Kan alnından ılık ılık akıyordu.Midesini bulandıran bu sıcaklık arkasından gelen hışırtıyla yerini başka bir hisse bıraktı-ölesiye korkuyordu,midesi düğümlenmişti.Arkasına döndüğünde otuz adımlık bir mesafede şekilsiz bir gölge gördü,gölge azimle ona doğru geliyordu.Yanıklara ve kana aldırmadan toparlandı biraz sendeledikten sonra toparlandı ve istemese de eve doğru topallaya topallaya koşmaya başladı.Asıl düşüncesi arabaya geri dönüp buradan defolmak ve bir daha asla geri dönmemekti.Tablonun da yolda icabına bakabilirdi.Evine döner ve tüm bu felaketi birkaç haftada tamamen aklından uzaklaştırabilirdi.İşlerine yoğunlaşır ve bu kabusu sonsuza dek silebilirdi.Ama o gölge tam da planlarıyla,düşündüğü sakin sonla arasında duruyordu.Kabusla normal hayatın ortasındaki bir setti ve o setin çevresinden dolaşmak için yeterli cesareti yoktu.Arkasına bile bakmadan koştu ve kapıya vardı.Tam o anda anahtarları arabada bıraktığını hatırladı.Donup kalmıştı.Alnından akan kan görüşünü kapatıyordu.Umutsuz bir andan ve duraklamadan sonra şansını denemek için elini kaldırdı ve kapıyı itti.Kilitlediğinden emin olduğu kapı hafif bir gıcırtıyla geriye savruldu.Gıcırtı ve arkadan gelen hışırtı onu uyandırdı,ağır akan zaman zamkından kurtardı ve dünyaya geri getirdi.Can havliyle kendini içeri attı ve kapıyı çarptı.Kapıya yaslanıp histerik bir şekilde titremeye,ağlamaya,nefes almaya başladı.Bu arkasından gelen tıkırtıyı duyana kadar devam etti.Karanlıkta durup sesleri dinlerken tablonun o anda neyi resmettiğini merak etti ve el fenerlerine,mumlara ve şemsiyelere lanet etti.Korkuyla yavaş yavaş-neredeyse bir ömür kadar bir sürede- arkasına döndü ve şekilsiz gölgenin bir cisme kavuşmuş olduğunu gördü-daha doğrusu yakından bir şekli varmış gibi duruyordu.Gözleri karanlığa alıştığında hayatında yaşamadığı bir dehşet dalgası vücudunu sarstı.Atamadığı çığlığı göğüs boşluğunda yankılandı.Ölü kocası karşısında duruyordu ama artık eskisinden çok farklı olduğunu bir kör bile görebilirdi.Tek kolu yoktu,kafasının yarısı acımasızca yerinde duruyor ve belki daha da acımasızca diğer tarafın yokluğunu vurguluyordu.Sol göz yuvası ve üst kısmı yoktu,diğer gözü de kemiğin üstüne tutturulmuş gibi tekinsizce yerinde duruyordu.Sağ kolu kopmuştu,sol kolu ise olmaması gereken bir açıdaydı,etleri çürümüştü ve çevreye bir cesedin kokusundan çok daha korkunç bir koku yayıyordu:çürümüşlüğün ve unutulmuşluğun kokusu.Ama işi asıl kötüleştiren hastalıklı bir özlemin kokusuydu,sağlıksız bir aşkın kokusu…Terkedilmişlik beldesinde çürüyen bir kocanın kokusu…
Koku burnuna doldu,dehşet kalbine ve inanmazlık da beynine…Eskiden kocası olan bu “şey” kırık kolunu sağlam bir kolmuş gibi düzgünce ona doğru uzattı ve kemikli-ve bölgesel olarak etli-elleriyle bileğini yakaladı.Artık acının farkında değildi ve kaçamayacak kadar yorgundu.Eğer daha sonra bir kaçma fırsatı olacaksa bunu değerlendirmek için enerji toplamak ve sakinleşmek,bazı şeyleri hazmetmek zorundaydı.İşte tam da bu sebeple bu kemikli elin rehberliğini kabul etti ve ölü olmayan kocasının kullandığı odaya ölü kocasının eşliğinde girdi.Oda ikinci kattaydı,kocası hayattayken bu odayı çalışma odası olarak kullanırdı.Camlar yandaki koruluğa bakıyordu.Odanın en ucundaki cam ise yan odanın-misafir yatak odası-balkonuna çıkıyordu,o balkon da direkt olarak göle bakıyordu.Oda şu anda çok farklıydı,kocasının ölümünden sonra bu odaya sadece kendisi girmişti ve kocasının ölümünü nispeten sindirdikten,kabullendikten sonra odayı temizlediğinde bu odayı kesinlikle böyle bırakmadığından emindi.Zaten bir daha da odaya girmemişti.O bu odayı bıraktığında içeride bir dolap birkaç karton kutu ve bir koltuk vardı.Şimdiyse oda boştu.Karşı duvarda eski bir ayna vardı,bu aynayı daha önce hiç görmemişti ama kendi görüntüsünü de daha önce hiç böyle görmediğinden emindi.Yüzünde renk kalmamıştı,alnında çok derin bir yara vardı,yaradan kan akıyor ve gözyaşlarıyla birleşip çenesine doğru birer yol oluşturuyordu.”Kan ağlıyorum” diye fısıldadı ve bu fısıltı şaşkınlık ve dehşet dolu bir iç çekişle son buldu.Aynanın yanında bir tablo asılıydı.Bagajında duruyor olması gereken bir tablo.”Bu üç küçük maymun gezmeyi gerçekten de seviyor olmalı”diye düşündü çılgınca bir an ve yüzü delice bir gülüşle gerildi.Tekrar aynaya baktığında delilik sınırında olduğunu fark etti ve bulunduğu noktanın kaçması için ideal nokta olduğunu fark etti.Biraz çılgınlık ona cesaret ve güç verebilirdi.Sağ tarafına döndüğünde bomboş odanın ortasında bir tuval ve bir sandalye gördü.Elden kurtulduğu için rahatlamıştı,o kemik elin kendisini bırakmış olduğunu daha yeni fark etmişti.Oysa muhtemelen odaya girdiğinden beri onu tutmuyordu.Ağır adımlarla topallayıp sendeleyerek sandalyeye doğru ilerledi.Sandalyenin yan tarafına dayanmış bir tablo vardı.Tabloya uzandı ve gördüğü karşısında bir çığlık attı.Tablo,asla görmek istemediği bir sahneyi resmediyordu.Zaten bu sahneyi görmemişti de.Kocasını daima aşık olduğu adam gibi hatırlamak istediği için kaza yerine gitmeyi reddetmişti.Teşhis yapması gerekmemişti çünkü kocasının kimliği üstündeydi.Ama şimdi o korkunç sahneyi tüm dehşetiyle görüyordu işte.Kocasının sevgili bisikleti paramparça bir şekilde ileride duruyordu.Kocasının paramparça vücudu kendi kanıyla oluşan gölün ortasında yatıyordu.Sağ kolu birkaç metre ilerideydi.Başının yarısı yoktu ve tanrı bilir neredeydi.Diğer kolu garip bir açıyla kıvrılmıştı.Bacaklarındaki deri pantolonuyla birlikte sıyrılıp çıkmıştı,kan her yerdeydi.Sevgili kocası tek başına orada kendi kanlarıyla çevrelenmişti ve yapayalnızdı.Tabloyu yere koydu ve sandalyeye dayanıp öğürdü.Kanlı gözyaşları yanaklarından akıyordu.Suçluluk içine tüm ağırlığıyla oturmuştu.Kocasını tonlarca ağırlıkta bir kamyonun altında yapayalnız bırakmıştı.Suçluydu.Vicdan azabı arkasından gelen gıcırtılı sesi duyana kadar üstüne çöken bir sis gibiydi.Bu sis o sesle birden yok olmuştu.Bay Kemik-el’in sözleri gecenin karanlığını doldurdu.
-İnsanın kendi resmini çizmesi çok zor hayatım.Hele böyle trajik bir sahneyi.Üstelik kolum da bu konuda bana hiç yardımcı olmadı.Oysa sana hediye olarak yaptığım o tablo çok daha farklıydı.Sana üç maymunu anımsattı değil mi sevgilim?Seni oldukça iyi tanıdığımı kabul etmeliyiz.
Hala sandalyeye dayanıyordu arkasını dönüp onu görecek gücü yoktu.Olduğu yerden sordu.
-O lanet resim nasıl hareket ediyor?
-Ah hayatım,hareket etmesini planlamamıştım gerçekten ve nasıl olduğuna gelince.Sen hiç illüzyonunu perde arkasını mesleğinin zirvesindeyken açıklayan bir sihirbaz gördün mü?Yeteneklerime biraz saygı duymalısın.
Sakat ayak sesleri sandalyenin diğer tarafına doğru ilerlemeye başladı.Bay Kemik-el sevgili karısının yüzünü görmek için sandalyenin diğer yanına dolanıyordu.Bu onun son fırsatıydı,önüne dolaştığında son gücüyle odanın diğer ucuna koşacak ve göle bakan balkona açılan camdan balkona geçecekti.Bunu başardıktan sonra göle atlamak tek seçeneği olacaktı ve bu yaratığın yüzemeyeceği inancı tüm benliğini kaplamıştı.Adımları dinledi,gözleri kapalıydı.Sesi önünde duyduğu an gözlerini açtı,paramparça ayakları gördü ve sandalyeyi ayaklarına ittirip tüm gücüyle cama doğru seğirtti.Cama çok yaklaşmıştı.Kollarını uzattı,yanık ellerini gördü ve o ellerle camı açmaya çabaladı.Başarmak üzereydi.cam açılmıştı,tek yapması gereken kendini dışarı çekmekti.Yapabilirdi,yapmak üzereydi…Ayak bileğinde kemik eli hissetti.Bu el güçlüydü,kadını yere düşürmeye yetmişti.Ayağındaki acıya tahammül edemiyordu,muhtemelen burkulmuştu.Bay Kemik-el sakat sol koluyla karısını saçlarından yakaladı ve ayağa kaldırdı.Şimdi yüz yüzeydiler.Çürümüşlüğün kokusu ağır bir dalga halinde yüzüne çarptı.Her yeri acı içindeydi ama en dayanılmazı korkuydu.
-Benden kaçman anlamsız hayatım,seni çok özledim ve çok uzun zamandır bekliyorum.Sensiz çok korkuyorum.Sen acımı çalıyorsun,bunu bilmiyor musun?
Bu gıcırtılı ses duyduğu son ses,bu delice cümle ise duyduğu son cümle oldu.Güçlü sol el kadının boynunu büyük bir kolaylık ve hızla ters yöne çevirdi.Yüksek bir çıtırtı gecenin sessizliğini bozdu ve geceyi doldurdu.Kadının cansız vücudu tüm ağırlığıyla tozlu zemine çarptı.Bay Kemik-el kadını sandalyeye doğru sürükledi ve kısa bir mücadeleden sonra sandalyeye oturttu.Kadının kırık boynu bez bir bebeğinki gibi sandalyeden sarkıyordu,yanık elleri yanına düşmüştü,acıyla çarpılmış bembeyaz yüzünde ise kanlı şeritler vardı.Artık bir kemik yığınından başka bir şey değildi.Eskiden sevgili bir koca olan bu yaratık,ağır ağır tuvalin arkasına geçti ve fırçayı sakat eline büyük bir ustalıkla aldı.
-Her zaman beraber olmalıydık hayatım.Bizden çalınan yılları telafi etmek için bir tablonu yapacağım.Şimdi sakın kımıldama sevgilim.Çok güzelsin.Ve artık daima benimlesin…
Bu sözler karanlık gecede yankılandı.Bu yankıyı fırçanın hışırtısı boğdu.Bay Kemik-el bir kemik yığınının resmini çizerken işi biten bir hayat,eski sahibi zincirinin ucundan sallanırken arkasını döndü ve etrafta eğlenceli bir şeyler aramaya başladı.Duvardaki tabloda üç küçük kız yerde yatıyordu.Artık üçünün de elleri yanıktı,üçü de kan ağlıyordu.Birinin gözleri,birinin kulakları,birininse ağzı acımasızca dikilmişti.Üçü de boş bir odada yatıyordu.Son nefeslerini az önce vermiş olmalıydılar.Ve iki kat aşağıda,dışarıda,yokuşun sonundaki bir arabanın ön koltuğunda hala bir şemsiye yatıyordu.Kırık,sahibi olmayan bir şemsiye…

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa